“: )
Selam,
Bayramdan önce “e hadi” demiştin. Bu 3 etti…
Buyur, ben de şimdi sana “e hadi” diyorum.    : )”

Mailde yazan satırlar. Yusuf’tan. Yusuf kim diye sormuyorsunuz değil mi artık.

Yazı sizin için bir meseleyse –yahu böyle yazınca olmadı sanki- yani yazmadan olmuyorsa; böyle satırlardan güzel davet mi olur!

Geçenlerde Yusuf’la görüşemedik. Bunun üzerine konuşurken bir yazı davetinden bahsetti. Süper Baba’yı yazmış bir yere. Ben tabii tarumar! En iyi forveti ara transferde kaçırmış gibi hissediyorum. İçimdeki cızı duymuştur telefondan; ondan önemlisi hissetmiştir. Bize de yaz gibi bir şeyler demek istedim. Onu da anlamış, ondan güzeli yazmış: Yazı bugün sitede. Okumadınız mı?

Mailin ekindeki yazıda Gülşen abiyi görünce, derin bir gülümsemeyle baktım yazıya… Bir anda beynimde “dilde patlayan şekerler” gezinmeye başladı. Meteor edasıyla. Bir nesil TRT dizileriyle büyüdük diyemeyeceğim. Büyümek yetmiyor. Biz o dizilerdeki karakterlerle harmanlandık, o mahallelerde yoğrulduk, bazı hayati anları o dizilerle idrak ettik! Mesela ben Yeditepe İstanbul’la fark etmiştim sevdanın, vuslatın ve gamın tüm renklerini. Perihan Abla bizim alt sokakta yaşıyordu. İkinci Bahar herkesin hakkıydı şüphesiz. (Trt dışına çıktık ama kimsenin itirazı olmaz, eminim) Yedi Numara’da benim de kuzenim oturuyordu. Ferhunde Hanımlar’la bazen aynı dairede yaşıyorduk. Ve bu bazenler fazla sık oluyordu…

Ama… Salt gönlümün değil; hayallerimin, sevinçlerimin, heveslerimin, kaygılarımın, gözyaşlarımın dizisi: Şaşıfelek Çıkmazı’ydı.
Hah işte; hayatı kah böyle yaşıyor, kah böyle yaşamak istiyordum.
Aysel (Derya Alabora) gibi diklenebiliyordum hayata. Hiç unutmadığım o sahne: Biri “Elalem ne der!” demişti. Aysel sandalyenin tepesine çıkıp –sanırım bu kısım benim hayalim-, “Kim bu elalem, göster bana, kimmiş, çıkıp gelsin” diye haykırmıştı. Elalemle ben bir daha hiç denk gelmedik mesela…
Aysel’le İnci fal kapatmış da ben yanlarına ilişivermişim gibi hissediyorum. İlk falı onlara bakmış olabilirim.
Reçel yapmışlığım yok ama bir gün çokça reçel satabilirim.
Mahallenin her bir evinin bahçesi, her türlü meselenin çaresiydi. Sanki. Çıkmaz, bir avlu da olabilir yahut duvar…
Şaşıfelek Çıkmazı, pazar akşamlarının ağırlığını alırdı bir de. Her bölümde bir şeyler yıkılır ve kurulur ki bunlar hep birlikte yapılır, hep yüksek sesle konuşulur, çoğunluk telaşlıdır, evler ahşaptır ve Üsküdar size fısıltıyla seslenirdi…
“Hayatın basit, herkesin hem kanaatkar hem de talepkar, hayalin sonsuz olduğu” zamanı vardı çıkmazın.
Bir ağlanırsa iki gülünürdü!
Herkesin çıkmazı kendineyse de ordan çıkmak istemezdiniz.
Mahinur Ergun’la başlayan Çağan Irmak’la devam eden bir masal diyemeyeceğim. Masallar devam eder. Dizi biter.
Her bir bölümün içine ve sonuna, o bölümün ritmine uygun klasik müzik parçaları tercih ederdi Çağan Irmak. Klasik müziği her daim fonda olan biri için ayrı heyecandı her bölüm.

Bir de şimdi şimdi anlıyorum; Kuzeyde Bir Yerin yerlisiydi Şaşıfelek Çıkmazı… En yaklaşık sonuç yahut!

Sevgili Okur, elin gitsin isterim Şaşıfelek Çıkmazı’nın ilk bölümüne.
Malum pazar akşamındayız…
Trt arşivinde dolanmak çocukluğunun mahallesinde gezinmek bir nevi. Hepimizin ihtiyacı var, hele şimdi! Çatkapının hası, çayın demi, muhabbetin şifası o çıkmazda.

https://www.trtarsiv.com/izle/150143/sasifelek-cikmazi-1-bolum

İzlemezseniz, darılırım ama geçer. Hayat kısa, diziler bitiyor sonuçta.
Dargınlık da çıkmaz sokak yalnız. Felek şaşı ama.

Son sahnede bu yazıyordu:

“Eğer bir bireyi gerçekten anlamak istiyorsam, ortalama insan hakkındaki tüm bilimsel bilgileri bir yana atıp, tüm teorileri gözardı ederek tümüyle yeni ve önyargısız bir tavır benimsemek zorundayım.” Carl Jung

Bu şarkıyı dizideki sahnesiyle izlemek için bile değer:

Sensiz saadet neymiş, tatmadım bilemem ki…
Alnımın yazısıydın, ne yapsam silemem ki…
Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli…
Alıştım hasretine gel desen, gelemem ki…

Arada özlüyoruz o çıkmazı. Felek hala şaşı…

Yusuf!
Gülşen Abi’yi değil de Şaşıfelek Çıkmazı’nı yazsaydın, sanırım “o senenin” şampiyonluğu gitmiş gibi hissedecektim. Lakin senin de yüzünde, aynı milletten bir gülümseme olmalı şimdi!

Bundan sonra ne olur, replik-düplik mevzusuna girer miyiz, dizilerden şarkılara mı geçeriz yoksa bana geçenlerde sorduğun gibi çalmak istediğimiz enstrümanlardan mitolojiye mi bağlarız; bu kısmı, sana al da at dercesine bırakıyorum…