Yanındaki kadına bakmadan “Burası benim köyüm.” dedi Zeki. Uzun zamandır tanıdığı bu adamın bir köyü olabileceği hiç aklına gelmemişti kadının. Memleket meselelerinden çok konuştuklarını ama memleketlerinden hiç konuşmadıklarını fark etti o an. Önce kar altında kalmış köye, sonra saçı sakalı ağarmış bu adamın profilden görünen munis çehresine baktı. Şaşkınlığının koyu tonu sesine yansıdı: “Ciddi misin?”. Zeki, kadına cevap vermedi, gözlerini kısarak beyazdan buz mavisine uzanan, oradan koyu griye yükselen ıssız ve sınırsız boşlukta âdeta bir lekeyi andıran köye baktı. Bu sessiz anda kadının gözleri Zeki’nin profil çehresinde asılı kaldı. Zeki neden sonra kadına dönerek sadece, “Elbette.” dedi ve başını tekrar köyün olduğu yöne çevirdi. Kadın da Zeki’ye uydu.

İnsanı ısıran, gözleri yaşartan bir soğuk vardı. Günlerce yağan kar, ovaya ve köye duruluk ve sakinlik vermiş, evlerin çatılarını battaniye gibi kaplamıştı. Gece boyunca esen rüzgâr önüne katıp savurduğu karları duvar diplerine, kuytulara yığın yığın biriktirmişti. Soğuğu, insanın iliklerine işleten rüzgâr yine esti. Ama bu sefer usul esti. Köyün üstünü kaplayan gri bulutlarda bir delik açtı. Isıtmayan kış güneşinin saydam beyazlığı köye yaklaştıkça önce kirli sarıya, sonra turuncuya döndü. Köye umut oldu, aktı. Donmuş derenin yüzü ışıladı. Evlerin bacalarından çıkan dumanlar rüzgârla mest oldu, bir tül gibi göğe karıştı. Ağaçların kar görmeyen yerleri buğulu yeşildi. Tabiatın yenilenme mucizesi bu yeşilde saklıydı. Şehrin keşmekeşi ve kasvetinden eser yoktu. Burada huzur vardı. Her yer olabildiğince beyazdı. Saltanat kırmızısı, koyu Prusya mavisi, lilyum pembesi, sahra sarısı, yosun yeşili bu sonsuz beyazlıkta yerlerini almıştı. Hepsi de kararındaydı.

On kadar kadın, karda ayak izlerini bırakarak köy meydanına doğru yürüyordu. Kadın, Zeki’ye dönerek sordu: “Bu kadınları tanıyor musun?” Zeki bir süre sustu, sonra işaret ederek anlatmaya başladı. “Değneğine dayanarak yürüyen kadının adı Satı. Köyde ona Satı Kadın derler. Yanındaki, gelini Nigâr. Ona da Nigâr Kız derler.” dedi. Zeki, yanındaki kadının Satı Kadın ile Nigâr Kız’ı gözleriyle arayıp bulmasını bekledi. Sonra yanındaki kadına dönüp “Nigâr’a neden Nigâr Kız dendiğini anlatmamı ister misin?” diye sordu. Kadın, merakla, “İsterim tabii.” dedi. Zeki, köye bakarak anlatmaya başladı: “Anlatacaklarım elli yıl önce yaşanmış. Satı Kadın’ın Nigâr’la evli bir Yusuf’u varmış. Yusuf evlendikten sonra, yirmisinde askere gitmiş. Ardında anasını, babasını, kız kardeşini, Nigâr’ı bir de beşikteki yavrusunu bırakmış. Hepsi aynı evde yaşıyor, gül gibi geçinip gidiyorlarmış. O zamanlar askerlik uzun sürermiş. Yusuf, hasretliğe dayanamamış; memleketi, sevdikleri gözünde tütmüş. Tezkeresine az bir zaman kalmasına rağmen sıla izni almış. Gece yarısı köye gelmiş. Anamı, babamı uyandırmayayım, demiş. Nigâr ile kendisine ait odanın camını tıklatmış. Ummadığı bir anda Yusuf’unu karşısında gören Nigâr’ın şaşkınlıktan dili tutulmuş. Yusuf’u eve almış. Nedense ikisi de evdekileri uyandırmamış. Nigâr sabah erkenden suya gitmiş. Yusuf’un kız kardeşi, Nigâr’ın yatağında bir adamın yattığını görmüş ama yüzünü seçemediği için ağabeyi olduğunu anlayamamış. Yabancı bir erkek sanıp korkuyla babasına haber vermiş. Yusuf’un babası tabancasını aldığı gibi odaya dalmış. Gözünü kan bürüdüğünden Yusuf’u tanıyamamış. Yataktaki adamı Nigâr’ın dostu sanmış. Sorgusuz sualsiz üç el ateş etmiş. Yusuf oracıkta can vermiş. Kimi vurdum diye bakmadan namus belasına gelininin peşine düşmüş. Su yolunda Nigâr ile karşılaşmış. Tam belindeki tabancaya davranacakken Nigâr, Yusuf’un gece yarısı geldiğini, evde uyuduğunu kayınbabasına müjdelemiş. İşte, o an Yusuf’un babası aymış ama iş işten geçmiş. Kara haber bütün köye yayılmış, Yusufların evi mahşer yerine dönmüş. Yusuf’un babası dağlara kaçmış. Sonunda evlat katili olmanın acısına dayanamayıp Yusuf’un mezarı başında kendini vurmuş. Bu olaydan sonra Satı Kadın, Nigâr’ı yanından hiç ayırmamış, kızı yerine koymuş. Köylü de Nigâr’a, bir süre sonra Nigâr Kız demeye başlamış.” Zeki susunca “Of! Çok trajik bir olay. İnanılır gibi değil.” dedi kadın.

Asırlar sürecekmiş hissi veren koyu bir sessizlik sardı etrafı. Bu koyu sessizliğin içinde, kışın en tansıklı anı bir kez daha yaşanmaya başladı: Köyün üstüne kar sepeledi. Kadın, çok uzaklardan geldiği hissi veren fısıltılı bir sesle “Kardır yağan üstümüze geceden, / Yağmurlu, karanlık bir düşünceden, / Ormanın uğultusuyla birlikte / Ve dört nala dümdüz bir mavilikte / Kar yağıyor üstümüze, inceden” dedi. Zeki tebessümle, “Ahmet Muhip Dıranas’ın ‘Kar’ şiiri. Çok severim.” dedi.

Kadın, şiirin devamını getirmeden köye doğru bir iki adım attı. “Köye yaklaşırsan ne köyü ne de anlattıklarımı görebilirsin.” dedi Zeki. Kadın, Zeki’ye inanmayıp köye doğru biraz daha yaklaştı. Gerçekten de az önce gördüğü evler, insanlar, hayvanlar, buz tutan dere, ağaçlar kayboldu. Hikâyeler uçup gitti. Geriye beyaz üzerine saltanat kırmızısı, koyu Prusya mavisi, lilyum pembesi, sahra sarısı, yosun yeşili lekeler kaldı. Kadın, Zeki’nin yanına gelip köye baktı. Evler, insanlar, hayvanlar, buz tutan dere, ağaçlar hepsi geri gelmişti ve yerli yerindeydi. Köye doğru tekrar bir iki adım attı, yine aynı şey oldu. Gördüklerinin tamamı kaybolup birer lekeye dönüştü. Köyden biraz uzaklaştı, her şey tekrar yerli yerine geldi. Bu sihirli anın sırrını öğrenmek için Zeki’ye soran gözlerle baktı. Zeki, az önce köyün üzerine kar yağdırmak için kullandığı fırçayı terebentinle temizlerken “Bu çalışmamda leke tekniğini kullanıyorum. Bu teknikte yapılan resimlere uzaktan bakarsan tuvaldekileri görebilirsin.” dedi.

Kadın, şövaledeki kış manzaralı köy tablosunu daha dikkatli incelemeye başladı. Sıcak çikolatasından bir yudum aldıktan sonra, Zeki’ye bakmadan “Sahi, senin köyünün ismi neydi?” diye sordu. Zeki, “Henüz bir ismi yok.” dedi, yağ yeşili elde etmek için siyahla sarıyı paletinde karıştırırken ekledi, “Belki tablo bittikten sonra bir isim koyarım.” dedi. Kadın şüpheyle sordu: “Peki, ya Satı Kadın, Nigâr Kız, Yusuf. Onlar..?” Zeki’nin içine yakıcı, ezici bir duygu doldu. “İlla ki Anadolu’nun bir köyünde yaşamışlar ve başlarından böyle acı bir olay geçmiştir.” dedi.

Açılan atölye kapısının rüzgârı, masanın üstündeki “Burası Benim Köyüm” isimli karma resim sergisi için gönderilen davet yazısını uçurdu.