Ben mi size yadigârım beyefendiden, siz mi bana yadigâr?
Siz hanım efendiciğim, o vahim olayın ardından, bendenizi, pek bir bahtiyar ettiniz kıymetli odanızın başköşesine koymakla. Müteşekkirim.
Ben ki, şimdilerde antika denen bir gramofonum, eli kolu olmayan bu bedbaht tahta kutum, bunca yıldır biçare yalnızlığınıza ortak olmak, sessizliğinize deva olmak için bekleyen taş plaklarımla ne kadar yol arkadaşı, ne kadar kader ortağı olabildim size? Bilemiyorum, sizi temin ederim… Lakin bilmenizi isterim ki, zatıâlinizle bakışarak gözlerinizin içinden akan geçmişle dans etmek her gün, paha biçilemezdi benim için inanınız.
Malumunuz, beyhude geçti yıllar, pek tabi, beyefendinin aramızdan acı ayrılığıyla. Ne siz geri alabilirsiniz zamanı ne ben geri sarabilirim eski şarkıları.
Doğru, haklısınız muhterem hanım efendiciğim. Beklettik hep özlemlerimizi. Çocuklar büyüsün diye önce, torunlar ele avuca gelsin diye sonra, mezun olduklarını da görelim diye ardından da.
Ve şimdi siz, torunları yolcu edip, bana uzattınız elinizi. Biliyorum ki, son defa iğnemi bırakıyorsunuz. Ta ilk gün, ilk dans, ilk kalp atışıyla veda edeceğiz beraberce. Kapatın siz gözlerinizi lütfen, bana bırakın bundan sonrasını, yansıtayım size beyefendinin seslenişini:
Yalvarırım sana gel üzme beni,
İnan bana çok seviyorum seni,
Gel kollarıma artık bekliyorum,
Papatyam seni özlüyorum…