Beyninde yankılanan tıkırtı sesleriyle uyandı Leyla. Çapaktan birbirine yapışmış kirpiklerini yavaş yavaş açmaya çalıştı. Öylece karanlığa baktı bir süre, belli ki gün kendini geceye teslim etmişti, boynunda derin bir sızı hissetti. Sağ elini boynuna doğru kaldırdığı esnada, kolundaki acı ile uyku mahmurluğunu atıverdi. Acısına inat ellerini çıkaracağı iniltilere karşı ağzını kapadı. Ağrılarına rağmen onun için huzurlu olan altı saat bitmişti. Başına üşüşen görüntülere üzülmeye başlayamadan bir tıkırtı daha duydu. Bunu takip eden dakikalarda adım seslerine dönüşen tıkırtılar…Son üç dakika…

“Yıldızların yol göstermekte alabildiğince cömert olan gecelere uğursuz dakikalar yakışmıyor bence. Üzülmeme bile fırsat vermiyor başlıyoruz yine…” diye mırıldandı Leyla.
Çıkarttığı homurtu sesleriyle adamın geldiği duyulmaya başlandı merdivenlerden. Ah, nasıl da işini biliyordu, Leyla’nın korktuğunu fark ettiği her şeyi çekinmeden yapıyordu. Daha sonra kapının tokmak sesini işitti, bu bile kızgın demirin tenine bastırıldığı kadar acı vermişti Leyla’ya. “Korkmasaydı içimdeki çocuk titremezdi ellerim, seni parmaklarımın boğumları kadar bölebilirdim. Ağlamasaydı içimdeki çocuk tutulmazdı dilim ve seni çığlığımla öldürebilirdim. Kaç kere jiletler bir çocuk bir yetişkini?” diye düşündü Leyla. Zorlukla hareket ettirdiği bacaklarını seri bir şekilde zemine sürterek geriye kaçmaya çalıştığında fark etti duvara yaslı olduğunu. Nasıl geldiğini hatırlayamamıştı, sadece burada uyuyabildiği gibi bir gerçek vardı ve bu gerçek kızın kafasında bir ampul misali ışıldadı. Bulunduğu bu köşe zindanındaki en sevdiği yerdi. “Zindanda sevdiğim bir yerin olması…” dedi Leyla. Gülümsemeye dermanı olsaydı, gülümserdi.

Son bir dakika…

Adamın geleceği dakikaları sayarken başladı söylenmeye. Leyla kalan son bir dakikasını iyi kullanmalıydı. “Tanrım gerçekten sordun mu bana ve ben yaşamak istiyorum dedim mi sana? Günlerin kötü kopyasından başka hiçbir şey değilim, ne zamandır böyleyim? Gölgem özümden dürüst…”. Bileklerine baktı sonra “…şu damarı keselim, çiçeği diri diri gömelim saksıyı kıralım. Dilimizi köze yapıştırıp susalım” dedi Leyla. Tokmak döndü ve kapı gittikçe daha fazla ışığın odaya girmesine müsaade ederek aralandı. “Aptal kapı” dedi içinden. Bunun ne kadar haklı bir hakaret olduğunuysa, hiçbir zaman açıklayamadı.

Son on dört saniye…

Adamın yanına gelmesine on dört saniye kalmıştı. Aslında oda o kadar uzun değildi ama adamın gerilim merakı kaçınılmaz sonu altı saniye geciktirmişti. Eğlencesini ikinci plana attığı günlerde yanına sekiz saniyede ulaşırdı. Yürüyüş sırasında adam pantolonunun kemerini çıkarırdı, Leyla bu görüntüden iğrenirdi. Eğer midesinde çıkaracağı bir şey olsaydı her defasında kusardı.
Kafasını kaldırmamıştı Leyla, ayaklarını izliyordu adamın. “Korkmuyorum artık ellerimi ısıtan gölgemi keşfedeli” diye düşündü. En azından buna inanan bir düşünce biçimi vardı, vücudu ise duruma olan muhalefetliğini sürdürdü. Leyla bunu hızlanan nefesinden, buz kesen ayaklarından, titreyen ellerinden, bir de…

Leyla’nın önünde duran adamın ağzından alayla çıkan sözcükler yerçekiminden fazla etkilendiklerini düşündürecek bir süratle düşerek Leyla’nın saçlarına çarpıp, çarptıkları yerleri kızarttı. Dolaşık ve yıpranmış saçlarının arasından kaymayı başaranlar boynuna bir kat acı daha ekledi. Kalbi tekledi Leyla’nın.

Sıradaki hamleyi bekledi! Duvardan gelen çınlama sesi… Bu adam gerçekten klişe, diye düşündü bu sefer. Sonra da eğer bunları duysaydı kuduracağını… Adamın kudurmuş sahneleri gözünün önüne gelirken Leyla’yı alaycılığa itip yüzünde bir gülümseme bırakacağı sırada gelen darbe kafasındaki harfleri bir çorbaya çevirdi. Ve Leyla bu kez de gülümseyemedi.

Tekrar kalbi tekledi.

Darbe sol dirseğinin üstüne gelmişti. “Aptal kemer” dedi içinden, harfleri toparlayabildiğine şaşırmıştı. Kemer aptaldı, çünkü canını acıtıyordu. Daha acıklı tabirler bulmaya vakti yoktu. Darbeler arası düşünme süresi vermek adamın pek tarzı değildi.

Kollarına inen on iki keskinlikten sonra hissizlik başlamıştı. Aslında yediden sonrasından emin bile değildi. Bu seferki düşüncelerini beklemediği bir acı böldü. Bu da nereden aklına geldi aptal herif, diye düşündü kelimelerin dağılmasına izin vermeden. Boynuma ne yaptın şimdi? Boynunu nasıl o hâle getirdiğini kavrayamamıştı, ama köprücük kemiğine doğru süzülen sıcaklıktan pek de basit bir şey olmadığını anladı. Bir şeyin yere çarpma sesini duymasıyla dikkati dağıldı ve bakışları istemsizce sol tarafa kaydı. Kilit mi? Aptal kilit, keskinliğin takdiri hak ediyor gerçekten, dedi bu kez.

Üçüncü aşamaya geldiklerini koluna gömülen parmaklardan anladı. Adam Leyla’yı ayağa kaldırmaya çalıştığı ilk seferde başarısız oldu ve buna sinirlendi, ardından onun da aklına gelen anılarla eğlenmişti. Eğlenmişti çünkü bir gün önceki sürprizin başkahramanı ayaklardı. Adamın cep telefonundan gelen gürültüyle neşesi bölünmeseydi, Leyla’nın kolundan elini çekmeseydi, hıçkırmaya başlaması kaçınılmazdı. Aslında eskiden olsa odaya girdiği andan itibaren yalvarıyor olurdu. Artık acısını tasvir etmeye gerek duymuyordu mesela, ne kadar ağladığını da.

Ancak adam kapıyı çarparak çıkınca anladı gittiğini. Bu sırada zaten yere düşmüş ve uyandığı pozisyonu almıştı. Pansuman ihtiyacı falan hissetmiyordu. Gerek yoktu. Kendiliğinden iyileşirdi. Daha önce hep iyileşmişti. Ama izler… Onlar her yerdeydi. Daha yeni uyandığı gerçeği umurunda bile olmazken kapanan gözlerine hiç karşı koymadı. Klişelerle dolu geçen dakikalardan sonra son klişeyi de tamamlayıp kâbuslardan kurtulmayacağını bildiği uykuya adımlarını attı. Son klişesi üç kelimeydi, kalbini her gün parçalara ayıran üç kelime. Kemerden ve anahtardan daha keskin olan o ‘aptal’ üç kelime döküldü dudaklarından;

“İyi geceler, baba.”