Bangır bangır müzik, harekete geçin diyor, hareket et, hadi durma! Kalabalık… Pazartesi akşamları hep böyle kalabalık olur zaten burası, Cuma akşamlarıysa boş olur genelde. Çalan hit parçanın basları, yandaki bisikletlerde kalori yakmaya çalışan iki genç kızın yüksek tondan dedikoduları arasında zor duyuyor Murat’ı, yakın yürüyorlar konuşabilmek için, birazdan başlayacak kardiyo dersine doğru küçük adımlarla ilerliyorlar, yine güzel gözleri, yine çekici yüzü, ah hele o kaslı kolları! Kendine gel Buse, o yol senin yolun değil!– Ayrıldık…
— Zorluyordun zaten.
— Haklısın.
— Daldan dala çok atladın, ne bileyim, şimdi artık gözlerinde sonsuz aşkı gördüğün kadınla beraber olma vaktin gelmedi mi? Bir sonraki için aceleci davranma. Hem aşk dediğin değerli olmalı, öyle herkeste bulmaya çalışma… Bir dur… Nefes al… Aşık olmak, aşkı hissetmek kalbinde… Ah, o duyguyu, o coşkuyu, heyecanı tatmak… Bunlar özel… Değil mi? Özel biri için sakla artık kendini, inan hayat kısa, onlarca kadını sığdırmaya çalışma şu kısacık ömrüne…

Babasının memuriyeti, birçok okul ve arkadaş getirmişti beraberinde Buse’ye. Lisenin birinci sınıfı, sömestr tatili, yeniden taşınma zamanı, ikinci yarıyıl, yeni okul, yeni yüzler, yeni sesler ve Murat, ahh yakışıklı Murat… İlk görüşte aşktı Buse’ninki. İki ay boyunca öğle tatillerinde basketbol maçı yaparken izlemişti onu, uzun boyu, yeşil gözleriyle okulun popüler çocuklarındandı. Platonik olmaktan öteye gidememişti Buse’nin aşkı, Murat’ın loto toto misali karnesinin ardından başka okula atılması da tuz biber olmuş, ağzı dilsiz, gözleri yaşlı kalmış, üniversiteye başlayınca ise kalbinin tozlu raflarında yerini almıştı ilk aşkı. Birçok adam girmişti hayatına sonrasında, biri kocası olmuş, tenzili rütbeyle eski koca sıfatını edinmişti. Kim derdi ki ilk aşkı, aktif olsun bedeni, kanı dolaşsın, oksijeni artsın, vücudu biraz adrenalin biraz da mutluluk hormonu salgılasın diye yazıldığı bir spor salonunda, kırmızı şortu yeşil atletiyle, kan ter içinde çıkacak karşısına, nefes nefese merhabalaşacak, yakın arkadaş olacaklar sonrasında! Hem de yeni sevgilileriyle yaşadığı her özel anı bilecek kadar yakın! Burada, her Pazartesi ve Çarşamba akşamları ve bazen de Cumartesi sabahları, hep sözleştikleri gibi, sanki randevulaşıyorlarmış gibi, spora geldiklerinde, mola anlarında ve spor çıkışı bir salata eşliğinde, üç aydır anlatıyordu Murat, eski karısını, sevgililerini, işini, ailesini, hayallerini, pişmanlıklarını, başarılarını… Buse dinlerdi, kendini anlatmazdı, anlatmak isterdi elbet o da ama ne gerek vardı Murat’ı üzmeye, aralarındaki bu neşeli havayı bozmaya…

— Yine haklısın ama aceleci davranmama kısmını es geçmek zorundayım! Yok, aslında belki de geç kalmışımdır!

Ah, kahretsin, nasıl bir koku bu! Deodorant sıkmak bu kadar mı zor! Terini bej rengi havlusuna silerek geçen adam dikkatini dağıttı, bir anlığına duyamadı Murat’ın sözlerini. Hadi ama Buse! Kimsenin hakkında kötü düşünmeyecektik hani, belki hastadır, bir rahatsızlığı falan vardır, teri ondan kokuyordur, laf etme adamın ardından!

— Pardon, duyamadım, geç mi kaldım dedin?
— Evet, diyorum ki, hayatımın kadını için harekete geçmekte geç kalmışım.

Aceleciydi Murat, hep öyle olmuştu. Boşanmasının ardından bir ay içinde sevgili olmuş bir kadınla, kadın bunu yolmaya çalışmış, e sen barda tanıştığın ilk deri etekliye atlarsan olacağı bu tabi! Ardından başka bir kadın girmiş hayatına, ardından bir başkası, sonra biri daha ve en son da bu kadın vardı işte hayatında… Buse’yle karşılaştıkları günün hemen öncesinde hayatına giren bu kadın… Liseden sonra, yani yıllar, yıllar sonra ilk karşılaştıkları o gün, bir saat koşu bandında muhabbet ederlerken anlatmıştı bu kadını Buse’ye, herhalde eski tanışıklıklarından olacak, Buse’yi samimi görmüş, kadının öpüşürken dilini ısırdığını söylemiş, gülmüşlerdi dakikalarca. Ayrıldığı bu kaçıncı, saymıyor Buse. Dinlemeyi seviyor ama… Sesini, o alaycı sözlerini, seçtiği kelimeleri, anlatırken gözlerinin içine, ruhuna bakmasını… Bakıyor mudur acaba ruhuna gerçekten de? Hadi şimdi kimseyi kandırmaya lüzum yok, zaten ilk aşk unutulmaz derler, seviyorsun işte Murat’ı bal gibi! Hala aşk var kalbinde, o tozlu raflar çoktan paklandı, çıktı gün yüzüne! Kabul et Buse! Sol tarafta yanından geçtikleri ayna kaplı duvarda gördü yansımalarını, yakışıyorlar birbirlerine, yakışsalar ne olacak, senin yalnızca kendin için hayal kurmaya iznin var, iki kişilik hayaller şimdilik yasak sana Buse Hanım, biliyorsun, açtırtma şimdi ağzımı! Tamam, tamam da mesela desem seviyorum seni ya da demesem de bir akşam eve yemeğe çağırsam, olacağına bıraksam her şeyi, ne olur? İlk karşılaştıkları günün gecesinde ayrılmıştı Buse’nin sesi ikiye, o günden bugüne iki tondan konuşuyordu böyle içten içe.

— Eh, kırkına geldin, geç biraz tabi, bunda da sen haklısın.
— Buldum diyorum.
— Kimi?
— Doğru kadını!

Spor salonun ortasında, herkesin içinde, evet, ulu orta öpmek için mi eğiliyordu Murat? Of, aman Allah’ım, bunu beklemiyordu Buse, hayır, olamaz! Yani bugüne kadar kendi kendine hayal kurmuş olabilir ama gerçek olabileceğini hiç düşünmemişti! Kalbi güm güm, gözleri fal taşı, dizleri titriyorken çok şükür ki hala hızlı çalışan aklı ve o her şeye muhalefet ses, hayır dedi, biliyorsun, yapamazsın, hem değer verdiğin adama ihanet olur bu! Kaçırdı bakışlarını, eğdi kafasını, bir dizlerini durduramadı, yanlarından geçenleri görmüyor da artık, müzik de durdu sanki, tavandaki spot ışıklar söndü, ikisi var, karanlık…

— Çok özür dilerim, ben, off, yanlış anlamış olmalıyım. Aramızda bir bağ oluştu sanmıştım, üzgünüm.
— Affedilecek bir şey yok, istesem de seninle olamam ben Murat.
— Neden?
— Bende sonsuzluk iki ay kadar yakın.
— O da ne demek şimdi?
— İki ay sonra bir operasyon geçireceğim, sonrası… Sonrasını bilmiyorum, göremiyorum, yok belki de sonra diye bir şey…

Nefesini dudaklarında hissetmek için neler vermezdi on beş yaşı, teni tenine değsin diye nasıl da bağırıyor içi, zor tutuyor kendini, sağ elini sol elinin üzerine koydu ki, atılıp sarılmasın boynuna, son günlerimse eğer bunlar, seninle geçireyim kalan günlerimi, kollarında kapatayım gözlerimi bana yazılmış oyunun sonuna geldiysem, uçur beni havalara, aşkı tattır bana… demesin! Dememeli, yapmamalı, yapamaz, ölecek belki de Buse, belli mi, değil, belli değil ama riskli dedi doktor, riskli bir operasyon bu, ilaçlar işe yaramadı, yaramıyor da hala belli! Ameliyat şart! Ya başarısız geçerse operasyon, yok, hayır, ardında yaşlı bir çift göz bırakamaz, ya sonra başka bir kadınla olamazsa, ya unutamazsa beni, ya sevemezse, küserse aşka, ölüm nasıl etkiler onu, olmaz! Biri bol bol spor yap demişti ameliyata kadar, adrenalin iyidir, bedeni güçlendirir, pozitif yapar seni, mutluluk getirir, mutluluksa her şeyin ilacı… Bir diğeri temiz hava iyi gelir köye taşın demişti, şöyle deniz kenarı olsun, yosun koksun, sakin, huzurlu… Bir başkası sağlıklı beslenmek önemli, yediklerine dikkat et, kırmızı et yeme, mümkünse otlarla beslen, bol sebze bedene iyi gelir, seni iyileştirir. Öteki, meditasyon yap demişti, bol bol meditasyon, dinle kendini, içini dinle, bedenini gevşet, ona hükmet, sen ne dersen beden o olur, iyileştir kendini… Bin bir ses, bin bir tavsiye, sözler kulağına değmeden gitti çoğu zaman, dinlemek istemiyordu. Yok, hayır, asla ümitsiz olmadı, hep gülümsedi. Bir oğlu olacaktı, biliyordu, daha onunla tanışmadan kapatamazdı gözlerini bu dünyaya. İnancıydı onu spor salonuna yazdıran, her iki günde bir yüzdüren, şehrin tek ormanında yürüyüşler yaptıran, veganlığa adım attıran. İnancını desteklemeliydi, inancına yardım etmeliydi, elinden geleni yapıyordu. Hem olumlu düşünüyordu hep, iyiyim ben diyordu, çok iyiyim, çok sağlıklıyım, beynim de iyi, hiçbir şeyciği yok, turp gibiyiz maşallah! Bir birliktelik, hatta ondan da öte, ilk aşkıyla beraber olmak da hayata daha da sıkı tutunmasını sağlayabilirdi, doğru, evet ama yalnızca kendini düşünmek bencillik olmaz mıydı? Şaşkın gözlerine bakarken Murat’ın, nereden başlasam, nasıl anlatsam diye düşündü Buse, geçireceği operasyonu anlatmak mı yoksa anlatmayıp anı yaşamak mı?

— Ne operasyonu? Hasta mısın? Neyin var? Neden daha önce söylemedin bana?
Kardiyo dersinin yapılacağı salonun önüne gelmişlerdi. Odadan gelen müzik, ortak alandaki müzikle karışıyor, birbirlerini duymakta zorlanıyorlardı.
— Ne dedin?
— Çıkalım mı buradan? Giyinelim, kahve içelim mi yandaki kafede?
— Olur.

İyi yaptım söylemekle, kendi iradesine bırakmalı, bak o da seviyormuş beni, istiyormuş beraber olmamızı, kendi karar versin, öpüşeceksek öpüşelim, beraber olalım! Saçmalama, ona şimdi, sevgi her şeyden ötedir, seninle geçireceğim iki ay bile bana yeter demek kolay gelir ya da beraber atlatırız demek, peki ‘demek’le yaşamak aynı mı? Ya ağır gelirse bu yük ona, kavga çıkartırsa devamlı ya ayrılmak isterse, he Buse Hanım, o zaman zaten belki de sınırlı kalan zamanından gün eksilmez mi? Ya da tamam, aşık sana, peki o zaman da ameliyat masasında can verirsen de sana kolay, hiçbir şey hissetmeden terk edeceksin bu hayatı, kalan için acı olmaz mı, yanmaz mı içi onun? Garsonun sütsüz şekersiz filtre kahvesini önüne bırakmasıyla kafasındaki sesler kesildi. Yuvarlak masada yan yana oturmuşlar, on dakika önce geldikleri halde tek kelime dahi etmemişlerdi. Ağustos güneşinden kaçınmak için içeriye oturmuşlardı, klima biraz sırtına vuruyor gibiydi, üşütmeseydi bari, şimdi bu gerginlikte yer değiştirelim de diyemezdi!

— Hastasın yani?
— Öyle… Öyleymiş… Aslında şu anda ben pek bir şey hissetmiyorum, arada bir baş dönmesi, bazen küçük bulantılar, kimi zaman göz kararmaları… Onun haricinde iyiyim…
— Ameliyat iki ay sonra dedin, neden şimdi değil?
— Bir sürü tahlil, tetkik, ilaç ve sair… Aslına bakarsan detayları fazla dinlemiyorum, moralim bozuluyor.
— Ameliyattan başka çare yok muymuş?
— İşte denediler, denedik yani… İlaçla tedavi pek işe yaramadı demek ki… İki ay kaldı işte, riskliymiş ameliyat, eh yani, beyin bu, risklidir tabi! Kaliteli yaşa ameliyata kadar, moralini yüksek tut dedi doktor.

Nasıl kaliteli yaşanır? Uzak ama yemyeşil, yalnız ama tertemiz bir sahil kasabasına yerleşerek mi? Buse’nin kalite anlayışı değildi bu, o, ailesiyle olmayı, işine devam etmeyi, ameliyat olmayacakmış ve hiçbir sorun yokmuş gibi olağan hayatını sürdürmeyi saydı kaliteden. Her sabah her zamanki gibi uyandı, işine gitti, kimi akşamları ailesiyle kimi akşamları arkadaşlarıyla yemekler yedi, sinemaya gitti, konserlere… Bugün benim günüm dedi her gün, önümde uzun yıllar var, hazırlanmam lazım, hadi spora, hadi koşuya, hadi cilt bakımına… Neredeyse sekiz ay önce tespit etmişlerdi beynindeki bu sorunu, adını almak istemiyor ağzına, o zaman varlığını özümsemiş olurdu, gerçekten orada olduğunu, bunun gerçek olduğunu, elle tutulur olduğunu kabul etmiş olurdu, yok hayır, geçen günler içinde alışmıştı hastanelere git gel derken, ama kabullenmemişti. Kaderi dondurmayla kandıramazdı ama ya değiştirebilirse? Çok duymuştu yenilemez denilen hastalıklardan kurtulanları, hem mucizeler de vardı, doktorlar da yanılırdı! Murat yoktu planlarında, bir anda girivermişti hayatına, o sırada beş ayı vardı daha önünde. Gönlü kayıyorsa da, kendini durdurmuş, arkadaşlığından da zevk almış, onunla geçirdiği saatlerin keyfini çıkartmaya bakmıştı. Arada beraber uyandıkları günleri düşlemişse de gerçek olabileceğini hiç tahmin etmemişti! Nasıl da bakıyor gözlerimin içine, aklımdan geçenleri okuyor gibi, içimde çarpışan iki sesten, tut elimi diyeni duyuyor gibi!

— İki ay mı?
— İki ay.

Önce ciddileşti Murat, sonra sıcak bir gülümseme yerleşti yüzüne, gözleri gözlerinde…
Buse tuttu nefesini.

— Kabul etmiyorum bu zaman sınırlamasını, ameliyat olacağını söylüyorsun, yani iyileşme ihtimalin de var. Hem ben bunu bir ihtimal değil, sonuç olarak görüyorum.
— Her şeyden çok istiyorum inan ama olmaz, sana bunu yapamam.
— Sen bir şey yapmayacaksın ki, bu benim kararım. Sen benimle olmak istiyor musun onu söyle!
— Yapma Murat!
— Benim için seninle geçireceğim her an sonsuzluk kadar olacak, emin ol!
— Aman Allah’ım, bu sözleri söyleyen bizim çapkın Murat mı?
— Dalga geçme…
— Tamam, sen de pek bir ciddileştin, ne yapayım?

Yerinden fırladı Buse, kocaman gülümsedi Murat’a, harika bir fikir geldi aklına, hem ona umut hem Murat’a zaman tanıyacak, ikisi için de işe yarayacak bir fikir!
— Benimle otuz bir Aralık’ı bir Ocak’a bağlayan gece birlikte olur musun? Yolunda gitmişse her şey, yılbaşında hala açıksa gözlerim, yeni yıla senin gözlerinle girerim. O güne kadarsa yakınlaşmak, öpüşmek yok!

Kahkahasına dönüp baktı çevre masada kahvelerini yudumlayanlar, kitap okuyan at kuyruklu kız, elinde tepsisiyle yaklaşan garson çocuk… Sevinçten duramıyordu Buse yerinde, sonsuzluk için bir sebep, bir dal, sonsuzluk için aşk, aşk için sonsuzluk!
— Varım!
— Aaa, bir de, tabi başka kadınlar da yok!

Gülümsedi Murat da… Ona da iyi gelecekti bu bekleyiş, bir amacı vardı sanki artık, bir uyanış vardı içinde…
— Ona da varım!
— Hadi bunu kutlayalım! Harika mezeleri olan bir yer biliyorum, bir de küçük açarız yanına!

On beşine döndü, önünde uzun yıllar var şimdi, sonsuzluk yanı başında, gülümseyerek çıktı kafeden, duş alıp süslenme vakti, hayat onu bekler!