Yukarıda yine kıyametler kopuyor. Bunların da ne kavgaları bitiyor, ne sevişmeleri. Bazı insanlar gürültüsüz yaşamayı öğrenemeden ölüp gidecekler. Şimdi gidip uyarsam olmaz. Keşke polisler gelip dikilse kapılarına.
‘Hakkınızda şikayet var Hacer Hanım.’
‘Ne münasebet’
‘Evet tam da ondan bahsedecektik. Evinizden gelen o münasebetsiz gürültüden bütün şehir halkı rahatsız olmuş.’
‘Şehir diyorsunuz, yani o derece!’
‘Derecesi, yapılan halk oylamasıyla belli olacak. Şimdi bizimle karakola kadar gelmeniz gerekiyor.’ deyip, sonra kıl yumağı o karıyı altın zinciri bağrında, don paça götürseler, içimin yağları erirdi doğrusu. Adamcağız da bir nefes alırdı hiç olmazsa. Her gece ya dayak, ya yatak. Karısı kocasını dövüyor, öldürecek desek kimse kılını kıpırdatmaz. Erkek ya, haketmiştir kesin.

“Ne mırıldanıyorsun yine kendi kendine?”
Sevim yatmaya hazırlanan kocasına ters ters baktı. Evin duvarlarını içi açılsın diye buz mavisine boyatmıştı. Kocasının gözlerine bakar gibi olsun istiyordu her yer. Göz göze geldiler yine kayboldu öfkesi, eriyip gitti içi. Aşıktı bu adama. Dile kolay otuz beş sene, ama hala içi kıpır kıpır genç kız havalarında. Kocasının yanına kıvrıldı. Buz kesmiş ayaklarını, kocasınınkilere yapıştırıp sarıldı sımsıkı.
“Aydın sinirimi bozuyor şu yukarıdaki kıllı goril. Artık katlanamıyorum.”
“Hayatım üst katı kiraya verirken sen ısrar etmedin mi bana? Yoksa baştan gözüm tutmamıştı o kadını. Neredeyse benimle beraber berbere gelip, sakal tıraşı olacak.”
“Ne bileyim, adamın haline çok üzülmüştüm. Gerçi hala üzülüyorum. Yardım elimizi de kabul etmiyor. Karım diyor susuyor. Karım dediği de kadına benzese bari. Ağda bile yapmıyor, her yeri kıl içinde!”
“Sahi Sevim, bunların oğlunu görmüyorum kaç gündür. Sana soracağım, hep unutuyorum.”
“Dediklerine göre bir haftadır kayıpmış, özgür olmak istiyorum diye bir not bırakmış sadece.”
“Sonunda çocuğu da çıldırttılar desene. Neyse hadi uyuyalım da uykumuz iyice kaçmasın. Yarına bir hal çaresini düşünürüz.”
Sevim iyice sokuldu kocasının koynuna. Yumuşacık öptü yanağından. Karanlıkta kocasının dudağındaki o tatlı gülümseyi farkedebiliyordu. Oracıkta sızdı kaldı.

Rüyasında karanlık bir odada tek başınaydı. Bir kaç göz gördü aynı anda. Ardından korkunç hırıltılar duydu. Kapkara yedi sekiz ayı, o küçücük odanın içinde üstüne üstüne geliyordu. Çığlık atmaya çalışsa da boşunaydı. Sanki biri boğazına ayağıyla basmıştı da sesi, nefesi kesilmişti. Sonra kıllı bir el oldu o ayak, sıktıkça sıkıyordu boğazını. Nefesinin tükendiğini hissettiği anda, karşısındakinin altın kolyesini farketti. Bu, şerefsiz Hacer’di kesin. Dün akşamın siniri hazır içindeyken, hıncını alsaydı tam yeriydi. Sevim var gücüyle itti Hacer’i. Hacer savrulup duvara çarpınca, kıllı ve tombul göbeğinin üzerine düştü. Bunu fırsat bilip olduğu yerden hızla doğrulan Sevim, eline geçirdiği abajuru sertçe kadının kafasına vurduğu anda bir acı hissetti karnında. Hacer’in elindeki bıçak karanlıkta ışıldıyordu. Bir de o lanet olası altın kolyesiydi ışıldayan. Buz mavisi duvarlar ala bulanırken kapının aralandığını farketti. Elinde parlak kelepçelerle gelen Fuat’ın ta kendisiydi. Demek ki çocukcağız özgür olmak isterken, gidip polis olmuştu. Belki de anacığının suçuna her gece ortak olmaktan bıkıp, sonunda onu kodese atmak için geri gelmişti yakışıklı ve mağrur genç.
‘Fuat’ım, kurtar beni şu deli kadından. Babacığını dövdüğü yetmedi, geldi bana tebelleş oldu bu sefer. Nerdesin be evladım?’
‘Tamam Sevim Teyze, uzatma geldik kurtardık işte. İyilik yapıyoruz, yine de yaranamıyoruz kimseye!’
‘Yavrucuğum saatlerdir cebelleşiyorum burada. Az daha ölüyordum!’
‘Hiç mi film izlemedin Sevim Teyze? Katil, katilliğine ulaşmadan nerede görülmüş polisin yetiştiği?’
‘Doğru söylüyorsun evladım. Neyse ben daha fazla kan kaybetmeden uyanayım bari.’
‘Tamam Sevim Teyze, ben de annemi hapse atıp işkence edeceğim. İşim çok anlayacağın. Hadi beni lafa tutma!’
‘Sana kolay gelsin o zaman. Yine de insandır, çok sarsma anacığını, olur mu evladım?’
Bir sarsılmayla uyandı Sevim. Ter içindeydi. Gözleri halen kapalıydı. Bir yandan da söyleniyordu, ‘Fuat, evladım beni değil Hacer’i sars!’.

Aydın’ın bağrışlarıyla kendine geldi. Gerçekten de sarsılıyordu her yer. Bir el tutup hızlıca çekti onu yataktan. Aydın’dı bu. İyi günde kötü günde hep yanındaydı işte. Koşa koşa terkettiler oturdukları apartmanı. Dışarı çıkarlarken çıtırtı sesleri geliyordu her yerden. Duvarlardan, merdivenlerden, camlardan.. Can havliyle dışarı attılar kendilerini karı koca. Yatak kıyafetleri üzerlerinde, yalın ayak. Apartmanın önüne çıkınca, elinde poşetleriyle taş gibi kesilmiş Hamdi’yi gördüler. Korkudan sapsarıydı Hamdi. Dün gece eve yine zil zurna sarhoş gelen Hacer leş gibi uyurken, Hamdi de erkenden kalkmış, dayaktan morarmış suratıyla market alışverişine gitmişti. Eline ekmeği, sütü, yumurtayı yüklenip evin önüne geldiğinde, garip bir uğultuyla yerin oynamaya başladığını hissetti. Her şey çok hızlı olmuştu. Önce ev sahiplerini dışarı doğru koştururlarken gördü. Sonra elindeki poşetler yere saçıldı. Ortalık toz dumana karıştı. Koskaca bina, o kısacık zaman diliminde dümdüz olmuştu. Bir sürü insan çığlığı uğulduyordu kulaklarında. Farklı bir zaman aralığında sıkışıp kalmış bir yığın insan. Gidenler vardı. Vedalaşamadan giden.. Bir de geride kalan.. Yaşamakla ölmek arasında kalan.. Ölü gibi yaşayan, ölüleriyle yaşayan..

* * *

“Şimdi nasılsınız Hamdi Bey?”
“Daha iyiyim. Üç yılı doldu bugün rahmetlinin. Kolay olmadı Sevimciğim.. Aahh ahh! Ne yaparsın… Takdiri ilahi…”

Benimki de laf! Haftalar sürdü arama kurtarma çalışmaları. Hiç kolay olmadı gerçekten. O günden sonra hayatın akışı değişti. Hacer kurtarılanlar arasında değildi. Onun için ağlayan tek bir insan göremedim. Hamdi’nin gözünden bile bir damla yaş akmamıştı karısı için. Hissizdi yüzü. Üzülmüş müydü karısının ardından yoksa ondan kurtulduğu için mutlu mu olmuştu kimse bilmiyordu. O günden sonra Hamdi’nin sesini de duyan olmadı. Uzun uzun sustu günlerce.

“Fuat, evladım sen zayıfladın mı görüşmeyeli?”
“Dikkat ediyorum Sevim Teyze. Genciz sonuçta!”

Bu çocuğun da böyle atarlı cevapları yok mu? Öldürüyor beni! Özgür ruhlu Fuat’ım haberi duyar duymaz soluğu babacığının dizinin dibinde aldı. Yıkıntıların arasında dolaşıp, imdat arayan nefesleri duymaya çalıştı günlerce evladım benim. Ama yine de anasına değil babasına ağladı o ben biliyorum. Laf aramızda böyle bir anayla özgür olmak senin neyineydi zaten Fuat’ım. Ölmüşün arkasından konuşulmaz ama yine de demeden duramayacağım. Neyse ki Allah’tan o hıyar anana çekmedin. Babanın yaralarını sarıp durdun hep. Evlat işte! Bizim de Aydın’la bir evladımız olaydı ya. Allah’ın da hiç adaleti yok. Hamdi’den daha iyi baba olurdu benim Aydın’ım.

Elleri titriyordu Sevim’in tepsiyle ayran dolu bardakları taşırken. Herkese ikram ettiği milli içkimizden bir tane de kendine alıp Fuat’ın yanındaki koltuğa oturdu. Hayırlı evlat bu çocuk. Bak, babasını ilk maaşıyla yemeğe götürmüş. Karşısındaki koltukta oturan Hamdi’nin uzun bir aradan sonra ilk kez dudaklarında küçücük bir tebessüm gördü Sevim. Hüzünle gülümseyen gözlerindeki nemi kurulayıp kısık bir ses tonuyla anlatmaya başladı Hamdi:
“Ah Sevimciğim, rahmetli, gebeyken bu oğlanı aldırmak için çok ısrar ettiydi. İyi ki dinlememişim lafını. Bak şimdi elim ayağım oldu benim.”
Fuat yarı mahçup ama biraz sıkıntılı bakışlarla bakındı etrafına. Ölenin ardından üzülsün mü yoksa daha çok hınçlansın mı bilemedi.
“Eline ilk maaşını alır almaz çok lüks bir lokantaya yemeğe götürdü beni. Öyle vefalı bu çocuk.”
“Utandırma beni herkesin içinde! Altı üstü bir yemek işte.”
“Öyle deme evladım ne var bunda utanacak. Ay Sevimciğim bir enginar yapmışlar, ben bu yaşımda böyle güzelini yapamam doğrusu. Tabaklar, örtüler pırıl pırıl, garsonlar desen etrafımızda pervane.”
Zavallı adamcağız yıllardır karısından böyle bir şey görmemiş tabi. Anca o sarhoş karıya içki masaları hazırlayıp durmuş yıllarca. Zıkkım içesice. Neyse geberdi gitti çok şükür. Filmlerde kötü karekterler hiç ölmezler ya, bu sefer ezber bozulmuştu sonunda.
“Fuat yavrum sen şimdi polis mi oldun? “
“Yok Sevim Teyze, siz taşındıktan sonra ben bu arama kurtarma çalışmalarına merak saldım, gittim okulunu okuyup kendimi bu işe verdim. Şimdi o okullarda hem eğitimini veriyor, hem çalışmalara katılıp insanların hayatını kurtarıyorum.”
“Oh maşallah evladım, ben de seni öyle kelepçelerle görünce şey ettiydim.”
“Hangi kelepçeler Sevim Teyze?”
“Yok bişi çocuğum, bir ayran daha içer misin? Dur ben sana hemen bir koşu buz gibi bir ayran daha getireyim.”

Hay deli Sevim, kafalar karıştı yine. Aydın da bıyık altından gülüyor bana. Görmedim sanmasın. O da alıştı benim bu gel gitli hallerime. E ne yapayım? Hayalle gerçek arasında geçiyor hayat işte. Hatta arada yer bile değiştiriyor Hacer’lerle Hamdi’ler. Neyseki Ege’ye taşındığımdan beridir daha iyiyim, çok şükür.

Alelacele buzdolabını açıp, ayranı bardağa doldururken gözleri daldı Sevim’in. Penceresinden el sallıyordu begonvilleri. İçeride basma entarisiyle oturan kadını, Hacer’i düşündü. Yüreği inceden sızladı. Yaşadıklarına bakınca, belki ben Hacer kadar iyi bir anne olamazdım. Belki de adaleti vardır Tanrı’nın. Elindeki bardağı dantelli tepsiye koyup şöyle bir silkeledi üstünü başını. İçeri geçerken bir yandan ha gayret konuşuyordu.

“Bak arada gelenimiz gidenimiz de oluyor dostlarımızdan Aydın. İyi ki açtık bu pansiyonu.”

Aydın mavi mavi bakıyordu karısına. Gözlerinden buz mavisi sevgiler akıtıyordu Sevim’in yüreğine. Hacer, oğlunun elini avuçlarının arasına almış uzun uzun gülümsüyordu. Fuat boşta kalan eliyle koca bir yudum aldı bardağından. Sevim’in yüreği buz mavisi bir sevgiyle dolup taştı. Pencereden uzanan begonvile göz kırptı gizlice. Ölenin arkasından kötü konuşulmazdı ama o şerefsiz Hamdi’nin intikamını almıştı işte. Hayal de olsa şiddet gören, ezilen kadın değildi bu defa!

Kocamın gözlerindeki mavilikten feyz aldım. Beyaz mavi bir hayatım var artık. Bir de içimde susturamadığım şu pembe yalanlar.