“Diyalog varsa, karanlık yoktur”
Hafta sonu zihnimde yer eden bu cümle, sanırım, hayatımın dönüm noktalarından biri olarak tarihe geçecek. İstanbul’da yaşayanlar olarak hiç yolunuz Gayrettepe Metrosu’na düştü mü bilmiyorum ama eğer düşmediyse bile yolunuzu değiştirip bir uğrayın derim. Metro istasyonunun içindeki Turkcell Diyalog Müzesi’nde Sessizlikte Diyalog ve Karanlıkta Diyalog olmak üzere her gün düzenlenen iki ayrı etkinlik var. 12:00 ile 19:30 saatleri arasında size uygun olanı tercih edip ister Biletix’den, isterseniz gişeden biletleri satın alabiliyorsunuz. Daha önce sevgili Selin’le birlikte Sessizlikte Diyalog’a gidip işitme engelli rehberler eşliğinde sessiz bir yolculuğa çıkmıştık. Duymamak benim için çok daha zor diye düşünmüştüm o an. Zira müzik dinlemek, konuşmak gibi sese ait her şey hayatımın daima vazgeçilmezlerinden olmuştur. Mesela kafam biraz atmışsa kulaklıkları kulağıma takıp son ses müzikle yol boyunca yürüyememek ya da kendi sesimi hiç tanıyamamak, sevdiğim insanların seslerini hiçbir zaman işitememek yahut derdimi konuşarak anlatamamak, sadece karşımdakinin gözlerine bakarak anlamaya çalışıp gözlerimi kapadığımda tamamen yalnız kalmak… Bunların düşüncesi bile gerçekten zordu!

Etkinlikten biraz bahsetmek gerekirse; sessiz odalar içinde gerçekleşen bu yolculukta konuşmak yasak, kulağınıza taktığınız kulaklıklar işitmenizi bir ölçüde azaltsa da tam sıfırlamıyor, bilginiz olsun… Konuşmadan işaretlerle, sadece vücut dili ve yüz ifadelerinizi kullanarak iletişim kurmaya çalışmak, başlarda kendinizi çaresiz gibi hissetmenize neden olabilir belki. Açıkçası ben kendimi öyle bir duygunun içinde hissetmiştim. Dolayısıyla deneyimlediğiniz bu sessiz yolculuk, işitme engellileri daha iyi anlayıp kurduğunuz empatiyi de güçlendiriyor bence.

Gel gelelim bu hafta sonuna… Canım yeğenim Umut Can’la bir süre ‘acaba ne yesek?’ kafasıyla dolaşıp bol kalorili yemekleri mideye indirdikten sonra artık biraz hareket lazım, gezelim görelim dedik. Birlikte ne yapabiliriz, diye düşünürken Karanlıkta Diyalog’a gitmek her ikimize de cazip bir fikir gibi geldi. Atladık metroya, ver elini Gayrettepe! Gişeden biletlerimizi aldık ve sarı alanda etkinlik saatine kadar oturduk, dinlendik. Günümüzün olmazsa olmazlarını da atlamadık tabi ki, fotoğraf çektik, hikaye paylaştık. Aslında bekleme alanında kafe de var ama günlerden pazar olduğu için maalesef kapalıydı. Kahve bağımlısı biri olarak gidip alt kattaki büfeden kahve ihtiva eden bir içeçek buldum neyse ki 🙂 Beklerken Umut Can’la aramızda ‘acaba hangisi daha zordur’ diye fikir alışverişi yaptık; o görememek dedi, bense işitememek… Ve o an geldi…

Sarı kapıdan içeri girdik. Ortalık yarı aydınlık… Hepimize görme engellilerin kullandığı bastonlardan verildi. Tavanların yüksek olduğunu, başımızı çarpacağımız hiçbir yerin olmadığını altını çizerek vurgulayan görevli tarafından, içeride bize eşlik edecek olan rehberimize doğru yönlendirildik. Sol elimizi duvardan ayırmadan, sırayla yolu takip edip kendisini göremediğimiz rehberin içeriden gelen sesine yönelerek ilerlemeye başladık. Attığım her adım beni aydınlıktan biraz daha koparıyordu ve sonunda kocaman bir karanlık tarafından adeta yutulduğumu hissettim. İçeride ışık olmayınca soluyacak hava da yok sanıyorsun. Bir an için adım atamadan olduğum yerde kalakaldım, hatta çaktırmadan dışarı kaçmak bile geçti aklımdan. Panik atak böyle bir şey olabilir miydi??? Tamam kabul, karanlıktan korkuyordum ama korkumun bu denli ileri derecede olduğunu o an farkettim. Neyse ki yetişkin insanlarız. Bütün saçma düşünceleri anında kafamdan atıp görme engelli biri olarak düşündüm kendimi ve yürümeye devam ettim.

Uçsuz bucaksız, kopkoyu bir karanlık… Sadece seslerin olduğu, dünyadan farklı bambaşka bir yerdi burası. Bekleme alanındayken ister istemez oradakilerin kılığı kıyafeti, saçı, sakalı, boyu, kilosu farkında olmadan insanın gözüne takılıyor. İçerideyse sanki bedenimiz yok olmuştu da hepimiz sadece seslerden ibarettik. Çünkü herkes eşitti, görüntünün yarattığı hiçbir ayırım kalmamıştı aramızda. Rehberimiz kendisiyle barışık, hayat dolu sesiyle imdadıma koştu hemen. ‘Sema görmeye çalışma’ dedi, ‘yürümeye devam etmelisin, karanlıktan korkma ve sesime doğru yaklaş.’ İtiraf etmeliyim ki gerçekten görmeye çalışıyordum ve rehberimizin gece görüşü olan bir gözlük taktığından kesinlikle emindim. Çünkü her şeyi fazlasıyla görüyordu.

Önce püfür püfür esen bir köprüden geçtik. Aralarda, karşıma merdiven çıkacak da yuvarlanacağım korkusuyla yerlerde sürekli basamaklar aramayı ihmal etmedim. Bu da kesinlikle bilinçaltımızın su yüzüne çıkması. Çünkü normal zamanda sürekli düşme tehlikesi geçirdiğimden, gözümün görmediği bir ortamda merdivenden yuvarlanmamam mümkün değilmiş gibi geldi bana. Trafik lambasında bekleyip günlük hayatta defalarca duyduğum ama o ana kadar farkında olmadığım ‘şimdi karşıya geçebilirsiniz’ anonsuyla karşıdan karşıya geçtikten sonra Beyoğlu’ndaki nostaljik tramvaya bindik. Tramvay tabi ki hareket etmiyordu ama o hissi sağlamışlardı. Yol boyunca hiçbir şey göremeden sadece Beyoğlu’nun sesini dinledim. Müziğin, insanların, kahkahaların, adımların, kedilerin, havanın, gökyüzünün seslerini… Şunu düşündüm; görmek aslında gerçekten de güzel bir şey miydi? Ya da gözlerimiz işlevini gayet iyi bir şekilde yerine getirirken görebiliyor muyduk gerçekten? Daha doğrusu görme engelli biz miydik aslında??? Kafamda deli sorular… Bütün sesler çok güzeldi, müzikler, insanlar, hayatlar, yaşam… Çirkinlikleri yahut kusurları göremediğimizden olsa gerek, ön yargılarımızı sarı kapının önünde bıraktığımız için, her şey çok güzeldi anlayacağınız. Camdan dışarı bakıp sesleri dinledim. Görmek mi istiyordum, dinlemek mi? Arada sağımı, solumu karıştırdığımda rehberimiz ‘neyse ki kimse görmüyor, sıkıntı yok’ deyip hayatla dalga geçebiliyordu, çünkü insanları görmüyordu. Dört ayağı ve kuyruğu kesilerek katledilen köpeğin gözlerindeki o ifadeyi görmemişti iyi ki… Yakılan, kaçırılan, tecavüz edilen kız-erkek çocuklarının, masum kadınların haberlerde yayınlanan fotoğraflarını ya da karlar içinde cansız cesediyle babasının sırtındaki çuvalda taşınan o yavrunun fotoğrafını ve daha nicelerini iyi ki görmemişti. ‘Biz insanların sesine aşık oluruz’ demişti. Yoksa o sesleri bir daha duymak istemeyebilirdi belki de… Turumuz vapur seyahatiyle devam edip kısa bir sinema molasından sonra kafede içtiğimiz kahve keyfiyle son buldu.

Buraya mutlaka güvendiğiniz dostlarınızı yanınıza alıp bunu deneyimleyin derim. Güvendiğiniz diyorum, bu bir eğlence değil tabi ki ama göremiyor olmanın tadını birlikte tadabileceğiniz, karanlığı görünce kaçıp gitme isteğini bastırabilen, sizi yarı yolda bırakmayan kişilere ihtiyacınız olabilir. Ben şanslıydım çünkü Umut Can vardı ve çıktıktan sonra uzun bir süre kendimize gelemedik. Onun dediği ilk şey ‘iyi ki gelmişiz, İstanbul’da yaptığım en güzel şey bu oldu.’ Kendimize gelemedik diyorum, zira o sarı kapıdan dışarı çıktığınızda görmek rahatsız ediyor sizi bir süre. Hatta ilk aklınıza gelen ‘rehber nasıl biriydi acaba’ düşüncesi oluyor. Çünkü sesin sahibini ister istemez tanımak, görmek istiyorsunuz. Biz vazgeçip onu sesiyle hatırlamak istedik. Çünkü karanlık bitince kusurlar ortaya çıkmıştı yine. Her şeyi görüyordum, belki eskisinden de çok… Ve ne yalan söyleyeyim karanlığı sevdim ben, o kopkoyu karanlığı hem de. İnanmazsınız ama karanlık korkumu da bayağı yenmiş durumdayım. Eskiden muhakkak alt kattaki ışığı açık bırakıp yatardım. Şimdi artık kapatıyorum. Gerçekten de “Karanlık korkulacak bir şey değilmiş”

Bulunduğumuz alana bir simülasyon uygulanmıştı ve evet burada yürümek ya da hareket etmek tabi ki daha kolaydı. Fakat yeryüzünün kocaman, uçsuz bucaksız bir alan olduğunu düşünürsek aslında onları ne tür zorlukların beklediğini tahmin etmek çok da zor sayılmaz. Nasıl rehberimiz elimizden tutup bizim bu alanda güvende ve rahat bir saat geçirmemizi sağladıysa, bizler de aynı şekilde gerçek hayatta onların elinden sıkı sıkı tutmalı, yardımlarına koşmalıyız.

Tavsiyem işitme ya da görme engelli dostlarımızı gördüğümüzde onlarla empatiyi daha iyi kurabilmek için Turkcell Diyalog Müzesi’ne bir saatinizi ayırıp gelmeniz.
Siz karar verin;
‘Gerçekten görmek ister misiniz???’