Ülkemizde ilk kez 12 Nisan 1993’te kullanılmaya başlayan, 90’lı yılların sonu, 2000’li yılların başlarında tüm ülkede kendine has cafelerin mantar gibi türemesiyle yaygınlaşan, 2000’lerden itibaren bilgisayarlarla evlere, 2010’lu yıllar ile birlikte ise -belki de insan elinin mutasyona uğramasını sağlayacak- akıllı telefonlarla benliğimize giren internet zaman içerisinde birçok şeyi değiştirdi. Muhtemelen değiştirmeye de devam edecek.

Örneğin müzik.

İnterneti kullanarak; önce korsan yollarla şarkı/albüm indirmeye başladık. Hal böyle olunca “Gargantua”, albüm satışlarını kendisine doğru çekmeye başladı. Gazeteler yıllar içerisinde albüm satış oranlarını paylaşırken dibe vuruşu çeşitli manşetlerle insanlara hatırlatıyordu. Oysa ki bunu insanlar pek de önemsemiyor; bedava müziğin tadını çıkartıyor, yeni sanatçıları keşfetmenin hazzını yaşıyorlardı.

Albümler satılmasa da şarkılar biliniyor, dinleniyordu. Müzisyenler de üzerinde “– Tour 73” yazan otobüslere atlıyor; hiç bilmedikleri ülkelerde önce ufak sahnelerde, sonraki yıllarda büyük salonlarda konserler vermeye başlıyorlardı.

Korsan müziğin “Here’s Johnny! ” diye baltalanması yine internet ile oldu. Çeşitli programları akıllı telefona indirip aylık/yıllık ücret ödeyerek (arada reklam dinlemeyi göze alarak bedava) kullanıp/dinleyip, fiziki olarak basılı bir albüm almadan da istenilen/dinlenilen müzisyene para kazandırmaya başladı insanlar.

Yukarıda yatık yazılmış örneklere gelecek olursak.
“Gargantua”, Christopher Nolan’ın 2014’te gösterime giren Interstellar/Yıldızlararası filmindeki kara deliğin adıdır. 2000 yılına ait Almost Famous/Şöhrete Bir Adım filmindeki turne otobüsü “Almost Famous – Tour 73”. “Here’s Johnny!” ise büyük yönetmen Stanley Kubrick’in 1980 senesi filmi The Shining/Cinnet filminin en akılda kalıcı repliğidir.

Sinema da müzik gibi internet ile değişmekte. İnternetin kullanılmaya başlamasıyla önce sinema haberlerine daha rahat erişir olduk. Sonra fragmanları internet vasıtasıyla izleyebilir olduk. “İndirip” film izlemenin yerini “indirmeden izle” siteleri aldı. Son olarak kendi içeriğini üreten ve para verilerek abone olunan uygulamalar devri başladı. “Kırmızı Halı”da arzıendam eylemiş olan oyuncuları kendi içeriklerinde oynatacak içerik üreticiler.

Bu içerik üreticileri kabaca bir tabirle dizileri filmleştiriyor, filmleri de dizileştiriyor. Soru ya da sorun bu değil. Soru ya da sorun sinema sanatının sinema salonundan gün geçtikçe uzaklaşıyor/uzaklaşacak olması.

Söz konusu içerik üreticilerinden birine aboneyseniz gözünüze çarpan şeyi izleyiveriyorsunuz. Belki de akıllı telefonunuzdan, belki de bilgisayar ekranından. Sinema, gün geçtikçe salonlardan uzaklaşıyor.

100-200 ekranlı dev televizyonlar (ki bu ekranlar salondaki perdelerin yanında küçücük kalır o dev televizyonlar) ya da telefon ekranlarından sinema filmi izlemek, sinemanın ruhuna aykırı mıdır? Nispeten evet. Yalnızlaşan günümüz insanının, toplum içerisinde -örneğin otobüste- film izlemesi günümüz normalidir belki de! Bu arada, toplum içerisinde telefonundan/bilgisayarından film izleyen (ya da müzik dinleyen, instagram ya da youtube’da video izleyen, kısacası sesin de aktör olduğu bir eyleme karışan) insanlara kulaklık ismindeki güzide teknolojiyi buradan hatırlatmam boynumun borcudur.

Aynı duyarsız insanları sinema salonlarında görmemiz mümkündür. Din, dil, ırk, cinsiyet ve yaş gözetmeksizin insanların akıllı telefonlarına “bağlılığı” öylesine bir hal aldı ki sinema salonlarında devasa ateş böcekleri uçuşuyor sanabilirsiniz. Kâh mesaj geldi mi diye bakanlar, kâh saate bakanlar, kâh sadece alışkanlıktan telefon ekranına bakanlar… Bu alışkanlık, uzmanlık alanı klinik psikoloji olan birilerinin konusu olmalı aslında.

Soruyu tekrarlamak gerekirse. Sinema, salonlardan uzaklaşıyor mu ? Muhtemelen evet. Bunun tek nedeni internet de değil üstelik.

Bitmek bilmeyen reklamlar, saçma fiyat politikası, üç boyutlu zorlaması, bazı sinema salonlarının maksimum kar elde edebilmek için yaptıkları “projeksiyon ampulünden çalma” kurnazlığı… Sahi, bitmek bilmeyen reklamları saymış mıydım ?

İlk kez sekiz yaşındayken sinemaya gitmiştim. Sinema salonu pis, karanlık ve gürültülü gelmişti. Ta ki film başladığında o pis salon büyüleyici bir hal almıştı. Halen o film ile alakalı bir kelime duysam gözlerimi kocaman açmamı sağlayan sahne müziği ile belirir zihnimde. Sahneyi anlatmak vakit alacak, en iyisi müziğin ne olduğunu yazayım. Hans Zimmer bestesi olan Leaving Wallbrook/On The Road.

Bitirirken temennim; kapısı sokaklara açılan salonlarda güzel filmler izlemenizdir.