Bir parça yeniden doğuyorum şimdi, külden kaleler gibi…Ölünce yakılmalı beden, öyle düşündüğüm için,  birkaç alev içinde, tutuşan saçlarımı onca okşayan geceler de yanmalı…

Bir vazonun içinde, sakin bir yol kenarına bırakılmalıyım… Bir karaca ormanı kıyısında, tilki yavruları geçmeli yanımdan… Yağmur damlaları bir ağaç yaprağından diğerine vururken, dinlediğim en güzel şarkı bu olmalı demeliyim. Bir vazonun içinde kalmalı her şey, ağzı sımsıkı kapalı olmalı, aslında duymamalıyım hiçbir şey, bilmemeliyim nerede yakıldığımı ve nereye savrulduğumu…

Önce saçlarım yanar değil mi?  Alevler kalbime geldiğinde de yanar mıyım peki?

Mezarım olmamalı, üzerimde çamur olmamalı, topraktan bu kadar korkarken, ateş ise  muamma iken yanmalıyım…

Bir kapıdan geçer gibi inmeliyim kül vazosuna… Sırtımdaki ağrılar benimle kalmalı…

Başkenti olmalı bu ülkenin gözlerim, bir hece yarısında kaybettiğim kulaklarım olmalı en uzun nehri… En çorak ormanı olmalı ciğerlerim… Ben bir sıla, ben bir gurbet, kül de olsam değişmeyecek bir gerçek… Anlamak zor anne, dizlerinde ölüp dirildiğim o geceyi, bulmak zor manaları, tatsız bir hayatim var anne, aklıma bulantıların geliyor, beni kus anne.

Acımın çevresinde dolaşan sarışın hikâye kitaplarını, televizyon sehpasında duran fotoğraflarımı da yakın… Anneme kalsın en sevdiğim çoraplarım. Yaksın o da kalanımı, mevzu bahis olmasın bir çift patiğin ayağıma deyip değmediği, bir parça huzur aradım anne, aklimi kaybediyorum.

Oyun içinde oyun oynayamayan cahil bir çocuğum.

Ölüm dediğine aklim ermedikçe; çok korkuyorum… Kim alır korkuyu? Kime seslenirsem duyar?

Yakın bedenimi, ağıtlarla, korkarak olmuyor… Yaşanmıyor…

Cesaretime yenilip, durmayın yakın bedenimi… Canım daha fazla yanamaz…