Henüz iki yaşımdayken, nerede bir salıncak görsem “Baba bak, salncak buldum!” diye seslenirmişim (yanlış yazım değil o, “ı”yı yutarmışım 🙂 ). Salıncağa koşar, sallanır, mutlaka hiç değilse beş kerede bir, ya koşarken ya sallanırken burnumun üstüne düşermişim. O yaşıma ait neredeyse tüm fotoğraflarımda burnumun ucunda hep yaramaz bir kabuk, yüzümde tatlı bir gülümseme var. Büyüdüm, yine salıncak buldum, yine düşeceğim, yine kabuk bağlayacak belki bir yerlerim, yine güleceğim, yine öğrenecek, yine sallanacak ama sonunda mutluluk bulduğum yerde olacağım.
Görünürdeki her salıncak ve kaydırağa koşmak dışında kalan boş zamanlarımda, etrafta gördüğüm kitap, dergi, broşür ne varsa kağıttan olan, alır, sayfalarını karıştırır mutlu olurmuşum. Az daha büyüyünce kitap okumayı, okurken hayal kurmayı, okuduğum kitaptaki köyü aklımda canlandırıp o köyün içinde koşmayı, son sayfadan sonra öykünün devamı nasıl olurdu diye düşünmeyi sevdim. Günlük tuttum senelerce. Annemle kavga ettiğimizde ondan özür dilemek için ya da ah o herkesin farklı alemlerde olduğu ergenlik dönemimde aileme, derdim artık her neyse, onu anlatmak için mektuplar yazdım, başuçlarına ya da gizlice çantalarının içine koydum. Ortaokulda herkesin oflayıp pufladığı kompozisyon dersleri, özgürce yazabildiğim için en sevdiğim dersti. Büyüdüm, avukat oldum, şimdi dilekçe yazıyorum 🙂

İnsan her neyi yapmayı seviyorsa onu yapmalı değil mi? Ah işlerden başımı kaldıramıyorum! Zaman mı var ki kendime vakit ayırayım? Fırsat mı verdiler ki? Oysa insan kendi fırsatını kendi yaratamaz mı? İstemek yetmez mi? Yetiyor inanın! Ben buna çooook inanıyorum. İste yeter, gerçekten. İsteyince ve inanınca ve elbette istediğinin peşinden küçük adımlarla da olsa gidince, hayat sana o fırsatı yaratabilmen için göz kırpıyor. Yeter ki gör, görmek iste ve elbette zaman ayır ve eyleme geç! Hiçbir şey tesadüf değil aslında. Her şey ama her şey, seni mutlu olmak istediğin yere götürmek için!

Oynamayı hep çok sevdim, salıncaktı kaydıraktı derken ayağımı topraktan kesmeyi, gökyüzünün ve denizin verdiği hissi, olur olmadık yerde hayal kurmayı, yazmayı, konuşmayı, dostlukları, paylaşmayı hep çok sevdim. Ve sonra hayat, tüm bunları aynı anda yapabilmem için bana göz kırptı, ardından bir kapı araladı.

Hiçbir şey tesadüf değil dedim ya! Teneffüshane için heyecanla buluştuğumuz günlerden bir gün, bir sürprizim var dedi Simge bana, yanımda getiriyorum! Bir saat kadar sonra, o da ne, elinde taa 2004 yılında yaptığımız sunum ve sunuma hazırlık yazılarımız var!  Onun karşısına şimdi çıkmışlar, o da getirmiş, sürpriz yapmış bana. Hukuk Kliniği projesinin sonunda, yaptığımız sunumda sekiz kişiydik. Her birimiz, hocamızın hazırladığı sorulara yanıtlar ve sunumda kullanabileceğimiz açıklamalar yazmış, birbirimize vermiştik. Evinde kendi kendine okurken, benim yazımın altına Simge not almış, “Sağol Deniz, gecenin bu vakti, hasta halime ve hayal kırıklıklarıma rağmen, içime umut tohumları serptin! Eksik olma!” yazmış, bana seslenmiş, bense tam on üç yıl sonra duydum! Şimdi gel de buna tesadüf de! Arkadaştık o zamanlar da, ama yakın değildik öyle, selam verip iki çift muhabbet ederdik anca. Yakın olmasak da, o heyecanı hissettiğimizden olsa gerek, doğru anlarda bir araya gelirdik! Heyecan dediğim mi ne? Küçük adımların verdiği heyecan mesela ya da yeniliğin bir parçası olmanın… Bir şeyler katmanın… Paylaşmanın verdiği heyecan ya da… Tuzu biberi olmanın verdiği… Kum tanesi olmanın… Ah, bir de mümkünse, umut olabilmenin! En tatlısıysa, hayal etmenin, peşinden koşmanın, yaşıyorum diyebilmenin verdiği heyecan! Hayatta, ben de varım, diyebilmenin verdiği heyecan! Mutlu olmanın verdiği, yapmanın, eylemde olmanın verdiği heyecan! İşte hayat, on üç yıl önce tanıtmış bizi birbirimize. Taş çatlasa üç yıl ya da az daha fazlası olmuştur adliyede yeniden karşılaşıp sohbetlere başlayalı. İşte o üç yıl önce, tesadüf olamaz ya, yeniden bir araya gelmişiz, hem de bu sefer arkadaştan da öte! Ailemle çalışmaya başlamam, gittiğim çeşitli kurslardan birinde tanıştığım Serkan’la bugüne kadar olan yolculuğumuz, her sene en az bir defa yaşadığım ayrılıklar, ‘boş ver, hayat bana, başka yapacakların var senin diyor, demek ki’, diye kendi kendimi motive etme çalışmalarım 🙂 Simge’yle yeniden bir araya gelişimiz, sonra yazı atölyelerine başlayışım, çok usta bir öykücümüzle tanışmam, çoğu arkadaşımın evlenmesiyle Duygu ile daha da yakınlaşmamız, sitede adı olan ve şu anda adı olmayıp sonrasında bize katılacak diğer arkadaşların çok ilginç şekillerde farklı hikayelerle hayatlarımıza girişi… Bunların hiçbiri tesadüf olamaz değil mi? Hayır. Tüm bunlar Tenaffüshane’ye getirdi beni, bizi.

Bugünlerde kafamı toparlayamıyorum, heyecandan olsa gerek. Bir de ay tutulmasından da etkilenmişim, öyle diyorlar 🙂 Teneffüshane’nin hikayesini anlatıp, biz kimiz sorusunun yanıtını vermem gerekiyordu değil mi? Ben de kalkmış, hayatımı anlatıyorum 🙂 Biz kim miyiz? Biz, her eline kalem alanın kendini yazar sandığı memleketimizde edebi değeri olan eserler yayınlayacağız, asla ve asla bunu diyen değiliz mesela! En fazla, içimizden ne geliyorsa onu yazan, ay ne güzel yazdım deyip yüzü gülünce, mutluluğunu yazısıyla, öyküsüyle, şiiriyle burada paylaşanlar olabiliriz! Ne bir iddiamız ne bir vaadimiz olabilir. Yaratmayı, yazmayı, çizmeyi, sohbeti, paylaşmayı seven insanları bir araya getirdik Teneffüshane’de, gelin siz de bize katılın, daha çok paylaşalım, paylaştıkça büyüyelim diyebiliriz ancak. İçimizden gelen bir dürtü değil mi paylaşmak, paylaşabilme isteği? Çok bir şey de değil he yaptığımız! Öyle büyük işler peşinde değiliz. Muhteşem bir sitemiz var hiç diyemeyiz 🙂 Küçük mutluluklar, küçük molalar peşindeyiz. Ufak çaplı bir paylaşım alanı yaratıp, dinleyip okudukça, günlük hayatın koşturmasından uzaklaşsın bizi ziyarete gelenler istiyoruz. Bir küçük Teneffüshane işte bizimki, bir nefeslik bir durak… Belki ucundan da, kendimizi tatmin etme amacımız vardır içgüdüsel olarak 🙂 O kadar yazdık, konuştuk, paylaşalım da başkaları da görsün de bizi sevsin de yaptıklarımızı beğensin de… gibi! O da… Belki yani! 🙂

Amma uzun yazdım. Teneffüshane’nin çıkış hikayesini de pek anlatamadım, kabul. Daha çok kelime yazıp da yormayayım kimseyi. Dilerseniz, çıkış hikayemizi dinleyebilirsiniz. Hikayemizin sohbeti “Kulakmisafiri” bölümünde 🙂

A bir de, önceden sipariş vermişim gibi kendilerini anne ve baba olarak bulduğum o muhteşem insanlara da teşekkür etmek isterdim, ama yeter dediğinizi duyuyorum, e o zaman, artık bir ödül falan alırsak bir yerlerden bir sebepten, teşekkür konuşmamda söylerim 🙂 🙂

Ay, lütfen, çok da bir şey beklemeyin bu arada! Aman, allandıra pullandıra anlattığınız, geri sayımlar falan yaptığınız bu muydu yani hiç demeyin sakın! Dünya için kum tanesinden de küçük bir adım olabilir. Bizim içinse büyük, anlayın işte 🙂 Heyecanlı tipleriz biraz, e ama zaten hayat da… Tamam, tamam, sustum, nokta.